Güldane

.

Yatağımdan fırladım, gözlerimden yaşlar süzülürken “Git buradan!” diye bağırdım. Önce durdu, sonra gülümsedi. “Sadece konuşmak istemiştim,” dedi. Ama o sesin içinde bir tuzak vardı. Kapıya koşarak çıktım. Sokak lambalarının altında yalnız başıma ağlaya ağlaya yürüdüm. Nereye gideceğimi bilmiyordum.

Ertesi gün her şeyi eşime anlattım. Yüzüme bile bakmadı. “Abartıyorsun,” dedi. Kızım beni suçladı. Oğlan, bana iftira attığımı söyledi. Ne kadar ağlasam da, ne kadar anlatmaya çalışsam da… Kimse bana inanmadı. Evden gitmek zorunda kaldım. Kendi evimden, kendi yuvamdan…
Aylar geçti… Sessizliğe alıştım. Yalnızlığa değil. Şimdi küçük bir odada yaşıyorum. Bazen duvarda asılı duran eski bir fotoğrafa bakıyorum. Üçümüz yan yana gülümsüyoruz. O anın içine dönmek istiyorum ama gidemiyorum.

İçimde bir kırıklıkla yaşıyorum. En çok da anlaşılmamış olmanın acısıyla. Sadece şunu bilmenizi isterim: Ben kimsenin kötülüğünü istemedim. Sadece sevilmek, değer görmek istemiştim. Ama kalbimi açtığım her kapı, beni biraz daha karanlığa sürükledi.

Evet, bu hikâye trajik bitti belki ama içimde hâlâ küçücük bir umut var: Bir gün biri çıkıp da gerçekten “Ben seni anlıyorum” der mi?

Bilmiyorum… Ama bekliyorum.
Reklamlar