Çünkü bu hikâyede herkes konuştu, bir tek ben sustum. Oysa başıma gelenleri anlatabilecek tek kişi bendim.
Eşim yıllardır hastaydı. Önce küçük bir rahatsızlık gibi başladı, sonra büyüdü, dallanıp budaklandı. Zamanla hem bedeni hem ruhu bana yabancılaştı. Ne sevgi kaldı ne ilgi… Bir kadın olarak ihtiyaçlarım vardı, evet, ama hiçbirini dile getirmedim. Çünkü o benim eşimdi. Hastalığı onun suçu değildi. Bu yüzden yıllarca sustum. Bazen gözyaşlarım yastığımı ıslatırdı ama kimse bilmezdi.
Zihinsel engelli kızım, o da ayrı bir emanet… Dünya tatlısı, yüreği tertemiz bir çocuk. Bir gün gelip “Anne, internette biriyle tanıştım. Evlenmek istiyorum,” dedi. Başta çok korktum. Ama çocuk geldiğinde, öyle kibar, öyle saygılı davrandı ki içim biraz olsun rahat etti. Tanıştık, konuştuk, ardından nişanlarını yaptık. Oğlan bir gün bana döndü, “Sizi çok sevdim. Ailem yok gibi, düğüne kadar sizde kalabilir miyim?” dedi. Eşimle konuştuk, o da kabul etti.
Başlarda her şey normaldi. Sohbet ediyorduk, kitaplardan konuşuyorduk, yemek yaparken yardım ediyordu. Uzun zamandır görmediğim bir ilgiydi bu. Ama farkındaydım, bu ilgi farklıydı. Benim gibi yaş almış, hayatı boyunca kendini sadece başkalarına adamış bir kadın için fazlaydı. Kabul etmeliyim ki, içimden bir yerlerde kuruyan bir çiçek vardı ve o birkaç güzel sözle yeniden su bulmuş gibiydi.
Sonra bir gün eşim köye gitmek zorunda kaldı. Kızım da nişanlısıyla çok ilgilenmiyor, sürekli arkadaşlarında kalıyordu. Evde sadece ikimiz kalmıştık. O gün çok yorgundum. Başım ağrıyordu, biraz uzanmak istedim. Gözlerimi kapadım… ama kalbimde tuhaf bir huzursuzluk vardı.
İşte o anda oldu. Gözlerim kapalıydı ama bir şeyin yaklaştığını hissettim. Üzerime gelen bir gölge… Gözlerimi açtım ve donakaldım. Oğlan eğilmiş bana bakıyordu. Gözlerinde garip bir karanlık vardı. “Ne yapıyorsun?” diye sordum korkuyla. Cevap vermedi. Yüzüme baktı, bir yabancı gibi değil… Tanıdık biri gibi. Sanki ben onun hakkıymışım gibi