15 yaşındaydım. Ne olduğunu anlayamadan gelinlik giydirip evlendirdiler beni. “Köyün en zenginlerinin oğlu,” dediler. “Rahat edersin.” Ama rahatlık bir lokma ekmek gibi ulaşılmaz oldu benim için. Evlendiğim gün başlayan o baskı, o söylenen cümleler hâlâ kulağımda çınlıyor:
“Biz ne dersek onu yapacaksın. Bizden habersiz kapıya bile çıkmayacaksın.”
Eşimse, ne diyeyim, babasının gölgesinden çıkamayan, iki lafı bir araya getiremeyen biriydi. Sanki o da evliliğin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ben hizmetçiydim; evin işlerini yapan, kimsenin memnun edemediği bir gölge. En zor olanı ise kayınpederimdi. Her şeye kızar, bağırır, çağırırdı. Hatta bir gün yemeği beğenmedi diye sofrayı devirmişti. O an içimde bir şey kırıldı ama sustum. Çünkü ses çıkarırsam, başıma neler gelir, bilmiyordum.
Sonra… Kayınvalidem vefat etti.
Ardından kayınpederimin bana olan tavrı değişmeye başladı. Artık bağırmıyordu, terslemiyordu, hatta bazen “ellerine sağlık kızım” bile diyordu. Bu yumuşama beni şaşırtmıştı. İçimden bir ses bu ani değişikliğe güvenmememi söylüyordu. Çünkü bu evde kimse karşılıksız iyi davranmazdı.