Home
08 Ocak 2021 ( 40 izlenme )
Reklamlar

Yılmaz Özdil yazdı: Amerikan baharı...

Berlin Duvarı yıkılırken, insanlık geleceğe dair umutluydu.

Yepyeni bir dünya kuruluyordu.

Artık DoğuBatı bloğu yoktu.

Ülkelerarası kutuplaşma sona ermişti.

Lay lay lom diye şarkılar söylenirken, küreselleşme hayata geçirildi.

İnternet teknolojisiyle birlikte “dijital çağ” başlıyordu.

Sınırların sanal hale getirilmesi, farklı fikirlerin, marjinal görüşlerin uluslararası dolaşıma sokulması, uluslararası ticarete bariyer kuran gümrük duvarlarının ortadan kaldırılması, devletlerin “şirket” mantığıyla yönetilmesi kulağa hoş geliyordu.

“Vatandaş” kavramının “müşteri” kavramına dönüşmesi, hiç umursanmadı.

Milli şuur'un, ulus onuru'nun yerini “ciro” ve “kâr” aldı.

Toplumların tek kutsalı “para” oldu.

İtiraz edene “dinozor” muamelesi yapılıyordu.

Konvansiyonel medyanın yerini “sosyal medya” aldı.

Sosyal medyayla beraber “yankı odaları” oluştu…

İnsanlar sosyal medyada kendisi gibi düşünen insanları takip etmeye başladı, sonra da kendisi gibi düşünen insanların düşüncelerini kendi sosyal medyasından yaymaya başladı.

Böylece insanlar yavaş yavaş, farklı düşüncenin giremediği, aynı düşünceden ibaret, habire aynı düşüncenin yankılandığı, yalıtılmış yankı odalarına hapsoldu.

Çok seslilik yarattığı zannedilen sosyal medya, insanların kendi kendine sansür uyguladığı tek sesli ortamlara dönüştü.

Herkes kendi sosyal medyasında, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı sansür uygulamaya başladı.

Üstelik… Devamlı kendi düşüncesinin yankısını duydukça, kendi düşüncesinin doğru olduğuna daha çok inanmaya başladı, kendi düşüncesini kendi kendine alkışlamaya başladı.

Bu yankı odaları, kültürel lümpenleşmeyi tırmandırdı.

Sınırsız popülizm yarattı.

Ülkelerarası kutuplaşma sona erdi zannedilirken…

Her ülke, kendi içinde kutuplaştı.

Tek kutuplu dünya dayatması, her milleti kendi içinde kutuplaştırdı.

E, böyle olunca ne oldu?

“Bana seçmenini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” türünden hükümetler kurulmaya başlandı!

İtalya'nın başına mesela, Berlusconi gibi bir maganda geçti.

Para sahibi olduğu için kendisini herkesten akıllı zannediyordu.

Devlet adamından ziyade, şımarık, küstah, hıyarın biriydi.

Eğitimli insanları aşağıladıkça, cahillerin ilahı oldu.

İtalyan halkını ikiye böldü.

Yarısı coşkuyla ayakta alkışlarken, yarısı ülkesi adına duyduğu utançtan yerin dibine giriyordu.

Neticede, vergi kaçakçılığından, cinsel istismara kadar, pekçok suçtan yargılanıp mahkum oldu… Ama olan İtalya'ya oldu.

İtalya'nın birliğine bütünlüğüne öylesine derin yaralar açtı ki, ülkenin siyasi/toplumsal dengesi bozuldu, ülke 10 yıldır kendini toparlayamıyor.

Liyakat sistemi öylesine zarar gördü ki, koronavirüs salgınında bu kadar ağır bedel ödemelerinin sebebini bile Berlusconi'den başlayan liyakatsizliğe bağlayanlar var.

Fransa'nın başına Sarkozy gibi bir dangalak geçti.

Fransız devrimini, Fransız demokrasisini değil, adeta Rus çarlarını andırıyordu.

Fransız nezaketini değil, mafya babalarını yansıtıyordu.

Lüks düşkünüydü, kirli, karanlık ilişkileri vardı.

Herkesi küçük gören, hor gören, şahsi çıkarı için düpedüz yalan söyleyen, eyyamcı biriydi.

En yüksek oyu ben alıyorum, öyleyse ne istersem yaparım diye düşünüyordu.

Neticede, yolsuzluk ve seçimde usulsüzlük gibi suçlardan gözaltına alındı, yargılandı.

Almanya'nın başına Merkel geçti.

“Doğu Alman köylüsü” sıfatından kurtulamadı.

Ama şimdi, çok ciddi sağlık sorunları olmasına rağmen, ayakta bile duramamasına rağmen, neredeyse seçim bile yapmak istemiyorlar.

Çünkü her yapılan anketin tek galibi var, ırkçılık ve popülizm.

İngiltere “brexit” dedi, Avrupa Birliği'nden ayrıldı.

Bir zamanlar “üzerinde güneş batmayan imparatorluk”tu, şimdi kendisini küresel saldırıdan koruyabilmek için, ada sınırlarına çekilip, kapıyı pencereyi kilitlemekten başka çare bulamadı.

Birleşik Krallığın birliği bile tehlikeye girdi.

Churchill gibi, Thatcher gibi saygın ve efsanevi siyasetçilerden, Trump'ın Londra bayisine savruldular, ahlaki zaafları olan, skandallarıyla meşhur Boris Johnson'a teslim oldular.

Öylesine lümpen bir aile ki, Boris'in babası sırf şahsi çıkarları için utanmadan Fransız vatandaşlığına başvurdu.

Brezilya'da Bolsonaro böyle.

Hindistan'da Modi böyle.

Macaristan'da Orban böyle.

Sakil, kaba, nobran, hoyrat.

Emperyalist ülkeler tarafından kurulan, kurulduğundan beri Amerikan uydusu olan Yunanistan, küreselleşmeden kaçayım derken, öylesine öbür uca savruldu ki, Çipras'ı seçti.

Yunan halkının Sovyetler Birliği yıkıldıktan tee 25 yıl sonra komünist olmaya karar vermesi, bir yandan çok komik, bir yandan çok hazindi.

Ve, ABD…

Gelmiş geçmiş en kereste başkan, Trump seçildi.

(Nasıl seçildi diye hatırlamak isterseniz… 2016 seçimlerinde Trump yandaşları 300'ün üzerinde sahte haber sitesi kurdu.

Rakiplere yönelik iki milyondan fazla sahte haber üretildi.

Bu yandaş sosyal medya trafiği, sıradan vatandaş görünümü altında, tamamen trol hesaplarla yürütüldü.

Algoritmik propaganda yapıldı.

Merkezi Londra'da bulunan, bir bilgi madenciliği şirketi kullanıldı.

Bu şirket, sosyal medya kullanan seçmenlerin, özellikle Facebook kullanan seçmenlerin, kişisel profillerini satın alıp, onlara yönelik sahte haber bombardımanı yarattı, oy verme eğilimlerini etkiledi.

Papa'nın bile Trump'ı desteklediği, Obama'nın aslında Kenya'da dünyaya geldiği, Hillary Clinton'ın kendisi hakkında kirli bilgilere sahip olan bir FBI ajanını öldürttüğü gibi palavralar yayıldı.

Farklı seçmen tiplerine, farklı söylemlerle, seçmenlerin sosyal medya hesaplarına, ürün satar gibi, kişisel pazarlama yaptılar, dindarsa dini sloganlar, milliyetçiyse milliyetçi sloganlar gönderdiler.

Hillary Clinton'ın her açıklamasına karşı trol saldırısı başlattılar.

Hillary Clinton'ın söylemediği sözleri söylemiş gibi yaydılar, trol gürültüsüyle kavram kargaşası yarattılar, bilgi ortamlarını zehirlediler, hangisi gerçek hangisi yalan birbirine soktular.

Trump'la Hillary Clinton'ın televizyonda karşılıklı canlı yayın tartışmasına çıktıkları gece, Trump yanlısı trol hesaplardan Clinton yanlısı hesapların yedi misli tweet atıldı.

Canlı yayında söylenen sözler hakkında bile yalanlar üretildi.

Tartışmayı televizyondan naklen seyretmeyip, sonradan sosyal medyadan takip edenlerin aklında “sahte gerçeklik” kaldı.

Dört yıl önce böylesine bir kumpasa hazırlıklı olmayan, farkında olmayan, ihtimal bile vermeyen Amerikan halkını aldatmayı başardı.)

ABD icadı olan küreselleşmenin yarattığı toplumsal kutuplaşma, bumerang gibi döndü dolaştı, ABD'yi vurdu.

Önce, varoşliboş oylarıyla, siyah tenli olmasından başka hiçbir özelliği bulunmayan Obama'yı seçtiler.

Sonra tam aksi tarafa savruldular, ağzından çıkanı kulağı duymayan, hıristiyanbeyaz hariç herkesi aşağılayan Trump'ı seçtiler.

Güya küreselleşmeye karşıydı ama, aslında bizatihi küreselleşme ürünüydü.

Sadece dört yılda ülkeyi allak bullak etti.

Amerikan toplumunun 160 yıldan beri, Amerikan iç savaşından beri, böylesine bölündüğünü görmedik.

Neticede, seçimi kaybedince pespaye kitlesini sokağa döktü.

Kongre binasını bastılar, yıkıp döküp, darbe yapmaya kalkıştılar.

Washington'da iç savaşın kıyısından dönüldü.

Mazlum milletlere bahar pazarlayanlara, Amerikan baharı oldu yani!

Devletleri şirket gibi yönetmenin, vatandaşı müşteri gibi görmenin, ulus yerine parayı koymanın kaçınılmaz faturasıdır bu.

Koltuk için dini/milli duyguları istismar etmenin, niteliksizliğin, liyakatsizliğin, zırcahilliğin sırtını sıvazlamanın sonucudur.

(Trol atmosferinde yaşadıkları için, Satürn dünyaya çarpsa, haberi bile olmayanların, büyük oyun'u gördüklerini sanmalarının sebebi, küreselleşmedir.)

ABD'de yaşananlar ibrettir.

Hangi partiye oy verirsek verelim, siyasi pazarlamaya müşteri olmayı reddedip, “vatandaş” olmayı tercih etmek gerekir!

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Erdoğan ve Albayrak için harekete geçildi Koca'dan 81 ilin sağlık müdürüne talimat AKP'nin İyi Parti planı belli oldu! Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü açıkladı: Deniz ve havuzdan virüs bulaşır mı?