Beni götürdüğü yer meğerse onun başka bir ailesinin olduğu bir evmiş. Kapı açıldığında hayatım boyunca unutamayacağım bir sahneyle karşılaştım. Karşımda bir kadın duruyordu, kucağında bir bebek vardı ve yanında bir de üç yaşlarında bir çocuk. Kadın şaşkınlıkla bizi süzüyordu. Ben ise adeta donup kalmıştım.
“Hoş geldiniz,” dedi kadın, belli ki zoraki bir nezaketle. Gözleri kocasının yanında bir yabancı kadın görmenin acısını gizlemeye çalışıyordu. Ama o gözlerdeki kırıklığı görmek zor değildi.
Benim şaşkınlığım ve sessizliğim devam ederken, eşim dediğim adam, hiçbir şey olmamış gibi kadına dönüp, “Bu hanım benim eşim,” dedi. Bu cümleyle birlikte içimde bir deprem koptu. “Eşim mi?” diye düşündüm. “Ben zaten eşiyim, peki bu kadın kim?”
Gözlerim dolmuştu ama ağlamamak için kendimi zor tuttum. Kadın da belli ki her şeyin farkındaydı, ama bir şey demedi. Benim gibi o da bu adamın kararlarına boyun eğmişti. Sessiz bir kabullenme vardı yüzünde.
Oturmamız için yer gösterdi. Ayakta duracak halim yoktu, ama oturmak da istemiyordum. Yine de kendimi bir kanepeye bıraktım. Adam hiçbir şey yokmuş gibi çocuklarıyla ilgilenmeye başladı. Oğlunu kucağına alıp onunla oyun oynuyordu, sanki bana gösteriş yapar gibi.
“Bu kadına ne diyeceksin? Beni buraya neden getirdin?” diye bağırmak istedim, ama sesim çıkmadı. Bir süre sonra dayanamadım ve fısıldayarak sordum:
“Bu kadın kim?”